
8 Mart’tan 8 Mart’a… Ayfer Celep’i ve Münire Sağdıç’ı Unutma!
“Mücadeleyi güçlendirmek için yaşamlarına ve mücadele azimlerine bakıp yeniden umut dolduğumuz, Ayfer ve Münire yoldaşları anmadan geçmemek gerekir tek bir 8 Mart’ı bile.”
9 Mart 2025
Komplo teorileri, kazanılmış haklara saldırılar, sömürünün perçinlenmesi ile devam eden bu günlerde ataerki ve heteroseksizme karşı mücadeleyi güçlendirmek için yaşamlarına ve mücadele azimlerine bakıp yeniden umut dolduğumuz, Ayfer ve Münire yoldaşları anmadan geçmemek gerekir tek bir 8 Mart’ı bile.
Son yıllarda artan saldırılar karşısında elbette proletarya ve ezilenler elleri kolları bağlı oturmuyor. Her türlü baskı ve tehdide rağmen su akıp yolunu buluyor. Bir taraftan silahların bırakılıp “barışçıl ve demokratik yollarla mücadele” fikri ezilenlere empoze edilirken diğer taraftan yargısından kolluğuna şiddet araçlarıyla kuşanmış ataerki ve heteroseksizm ortalıkta kol geziyor. Emperyalist paylaşım savaşının ayak sesler güçlenirken, yeni bir Ekim Fırtınasından korkan egemenlerin tüm dünyada birlik ve beraberlik içinde aynı gerici ve karşı devrimci fikirleri empoze etmeye çalışması tesadüf değil elbette. Zira, Komün’ün andını Paris duvarlarına kazıyan cüreti de, Ekim Fırtınasını da kadınların eşit ve özgür bir yaşam için kurtuluş patikalarını daha kararlı adımlaması körüklemişti. Şimdi, yükselen faşizm dalgasının yine ve yeniden önce kadınların bedenlerini ve LGBTİ+ların varoluşlarını hedef alması tesadüf değil.
Zira, kadınlar fabrika önlerinden kampüslere, dağlardan denizlere yaşamı yeniden direnişle örüyorlar. İnsanca bir yaşam isteyen işçi kadınları katleden ataerkil sisteme karşı en büyük özsavunma eylemi, 8 Mart gününü tüm dünyada birlik, mücadele ve dayanışma gününe dönüştürmek oldu. Bugün milyonlarca kadın cinsel, ulusal, ekonomik hakları ve doğayı korumak için yine ve yeniden sokakları doldururken, bizler bir yandan da direncimizin kızıl sardunyaları Ayfer ve Münire yoldaşları anıyor olacağız.
İkiyüzlü ahlak maskesini düşürmek için zırıllığı kuşanmak
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tüm yaşamı kuşattığı bugünlerde, faşist AKP-MHP koalisyonu önce İstanbul Sözleşmesi’ni gaspetti, şimdi ise 6284’e de saldırıyor. Milyonlarca işçi ve emekçi kadın, son 23 yılda daha fazla yoksullaştı. Mevsimlik tarım işçisi olarak da, güvencesiz göçmen işçiler olarak da ve hatta sendikalı ve sigortalı bile olsa, kadınların emeğinin erkek emeğinden çok daha ucuza satıldığı bu ülkede, kadınların yaşamları erkeklerin yaşamlarından çok daha değersiz. Bu nedenle de İkbal, Ayşenur ya da Narin göz kırpmadan öldürülebilir, bir bebek tecavüze uğrayabilir ve bir kadın yaşamını savunmak için özsavunma eylemi gerçekleştirdiği gerekçesiyle yıllarca zindanda yatabilir.
Ortaçağın köhne karanlığından bugüne, ataerkil düzende yaşanan biçimsel değişiklik suçların ışıltılı caddelerde işlenmesi, nefret söyleminin ifade özgürlüğü parantezine alınması gibi durumlardan ibarettir. Ne Avrupa demokrasisinde ne demokratik toplum projelerinde kadının kurtuluşunun sağlanamayacağı, özel mülkiyet ilişkileri korunduğu sürece demokrasinin ancak bir göz yanılsaması olduğu yine ve yeniden ispatlanmıştır. Diğer yandan faşist TC’de, bu göz yanılsamasına izin vermeyecek açıklıkta kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı yapılmaktadır.
Son yılarda iyice katmerlenen LGBTİ+ düşmanlığı, gelinen aşamada yasalar ile LGBTİ+ varoluşların tamamen yasaklanması boyutuna sıçramıştır. Tacizcileri, tecavüzcüleri ve katilleri koruyan TC devleti, yeni yasa tasarısına “biyolojik cinsiyetine aykırı davranış” gibi ifadeler ekleyerek maskülen davranan bir kadının da, feminen davranan bir erkeğin de ceza yasası kapsamında yargılanmasını öngörmektedir. Bugün silahların bırakılıp demokratik ve barışçıl yollarla Kürt sorununun çözülebileceğinden bahsedilirken, bir lubunyanın sokakta zırıllık alıkmasının dahi suç sayılacağının görülmesi gerekiyor. TC devleti baştan aşağı silahlıdır söylemi yetersiz kalıyor. TC devleti komprador, ataerkil, heteroseksist Türk burjuvazisinin silahıdır diyerek devletin esastaki işlevini yeniden görünür kılmak gerekiyor. “Her yürüyüşümüz Onur Yürüyüşü” diyen LGBTİ+ların her zırıllık alıkışı bir silaha dönüşmüştür artık. Ancak, elbette bu yetmemektedir.
Bunun yetmediğini, herhangi bir silahlı eylemde bulunmadıkları halde haklarında uydurma gerekçelerle davalar açılan trans aktivistlerin durumunda görüyoruz. Zira silah kullanmasa da, yasal sınırlar içinde eylemlere katılsa da, sadece bir röportaj yapmış olsa da, bundan sonra belki de yalnızca bir el hareketindeki zırıllık nedeniyle fazla alıktırmaktan tutuklanabilecekler. Bu durumda neden düşmana korku salan, bakışları birer mermi etkisi yaratan, toplumsal cinsiyet rollerini parçalayarak komutanlaşan Ayfer’in silahını omuzlamasın lubunyalar?
Direncimizin Kızıl Sardunyaları
Diğer taraftan, TC devleti zindanlara doldurduğu yüzbinlerce insana da her türlü insanlık dışı, onur kırıcı davranışı dayatıyor. Çıplak aramalar, görüş yasakları, haber alma hakkının gaspı vb. yöntemler ile dışarıda ehlileştiremediğini zindanlarda eğitmeye çalışan TC devletinin tarihi, milyonlarca korkunç uygulama ile de doludur. Tutsakların üzerindeki psikolojik savaşı sürdürmek için cam önünde yetiştirilen kırmızı sardunyaları “komünizm propagandası” gerekçesi ile tutuklayıp kapalı hücrelere atmış olsa da, TC devletinin zindanlarında ehlileşmeyen ve tutuklanamayan kızıl sardunyalar, bilinçlerini kuşanıp direnmeye devam ediyorlar.
Zindanlar bugünlerde yeniden dolduruluyor. İnsanca bir yaşam istediği için devlet tarafından tehdit olarak algılanan milyonlar kısa ve uzun süreli hapis cezaları ile uslandırılmak isteniyor. Yeni yasa tartışmaları içerisinde denetimde serbestlik gibi durumların kaldırılması ve bir ay da olsa “cezanın infazı” öngörülüyor. Bunun bir adımı olarak, 10 sene önceki Gezi İsyanı’nın dosyaları yeniden açılıyor ve cezalar veriliyor. Ceza vermeyen ya da cezayı bozan hakimler de cezalandırılıyor. Tacizci ve işkenceci hapishane memurları ödül mahiyetinde cezalara çarptırılırken trans kadınlar erkek hapishanelerinde katmerli işkencelere maruz kalıyor. Velakin Sivas katliamının -göstermelik olarak tutuklanmak zorunda kalındığı için tutuklanan- sanıkları rahatça gerici fikirlerini gerici gazetelere gönderip yayınlatabiliyorlar.
Elbet, TC devletinin zindanları köhne tarihini bugün de yaşıyor. Ancak bu zindanlardan çıkıp dağlarda kurtuluşun patikalarını adımlayan sardunyalar da var. Münire Sağdıç, tüm bu insanlık dışı uygulamalara rağmen, ser verip sır vermeme geleneğini sürdürmüş ve bir 8 Mart günü, kendisini ehlileştirmek isteyen devletin kolluk güçlerini çılgına çevirerek ölümsüzleşmiştir. Bu zindanlara tıkılanlar, neden onun geçtiği yollardan geçip, ayak izlerine basmasın?